Aralık 22, 2024

Kur’an-ı Kerim ve Laiklik (1)

Kur’an; ilkesel olarak, laiklikten daha ileri laiktir.
Yazar: Mustafa Günen

Sevgili okurlar, ülkemizde onlarca yıldır tartışılan, bu günlerde de yoğun olarak gündemde olan laiklik ve din konusunu bir sanatçı perspektifinden bakarak irdeledim. Ulaştığım sonuçları sizinle paylaşacağım.

Laiklik konusunda duyulan yorumlar ikiye ayrılır; laiklik karşıtları, Kur’an laikliğe karşıdır, Müslüman laik olamaz, laiklik dinsizliktir gibi görüşler bildirirler. Laiklik yanlıları ise, hem Müslüman hem laik olunur, laiklik dinsizlik değildir veya laiklik şarttır ekseninde yorumlarla cevap verirler.

Elbette ben bir sanatçı olarak toplumda böylesine sorun olan bir konuya duyarsız kalamazdım. Akıl ve mantığın gereği önce tartışmaya referans olan Kur’an’ı inceledim. Başlıktan da anlaşılacağı gibi çok ekstrem bir sonuca ulaştım. Başlık cümlesine ek olarak laiklik Kur’an’ın olmazsa olmaz ilkelerindendir yorumunu da ekleyerek devam edeceğim. Aslında Kur’an’ı biraz akıl gözüyle okuduğunuzda bunun böyle olduğunu çok açık net bir şekilde görürsünüz. Ayrıca laiklik ilkesi, Kur’an’da belirtilen insanın yaratılış nedeni açısından da mutlaka gereklidir sonucu da ortaya çıkıyor. Bu konudaki yoruma geçmeden önce ülkemizde kavram karmaşasına dönen laikliğe kısaca bir bakalım ve önce ne demek olmadığından başlayalım.

Laiklik; bir toplumda yaşayanların o toplumdaki başka inançları hoş görmek ya da saygı duyması demek değildir.

Laiklik; devletin tüm inançlara aynı mesafede durması hepsine eşit davranması değildir.

Kısaca laiklik; devlet yönetiminde, oluşturulacak kanunlarda ve uygulamalarda, herhangi bir dinin ve inancın gereğinin referans olarak alınmamasıdır. Basit olarak tanımı budur.

Çok ilginçtir, laikliğin bu ilkesi, 1400 yıl önce gelmiş Kur’an’ın da olmazsa olmaz ilkelerindendir. Şimdi bu ilginç yoruma ilgili ayetlerden yola çıkarak ayrıntılarına geçeyim. Özellikle koyulaştırdığım ifadeleri dikkatle okuyun.

NAHL-9-Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.
YUNUS-99-Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?
KALEM-52. Halbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür.
GAŞİYE-21- Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. 
KAF-45:  Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O halde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.
ABESE-7-Onun arınmamasından sana ne?
ABESE-11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür.
ABESE-12- Dileyen ondan öğüt alır.

Okuduğunuz bu ayetler, Yaratıcının  Peygamberler vasıtasıyla insana gönderdiği tebliğin sınırlarını ve temel kıstas ve ilkeleri bildirir ki bu bunlar çeşitli şekilde, yüzden fazla ayette vurgulanmıştır. Gelelim bu kıstas (ölçüt) ve ilkelerin ne olduğuna;

Birinci kıstas olarak Allah şunu veriyor; Ben isteseydim insanların tümü iman eder ya da iman etmiş olarak yaratılırdı onun için iyi olur düşüncesiyle bile olsa kimse insanların inanması için baskı yapamaz. Bunun için YUNUS-99’da O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? ve ABESE-7 de Onun arınmamasından sana ne? diyerek Peygamberine bile insanların inanması için ısrar etmesine izin vermiyor. Böylece bu tür zihniyetin önünü kapatıyor. Elçisine bile izin vermeyen Allah başka hiç kimseye böyle işlere kalkışmasına izin vermez. Burada şunu hep kaçırıyoruz. Yarattığı İnsana inanıp inanmama seçeneği veren Allah, sonradan neden onu inanmaya ikna etmesi için uğraşsın, veya birilerine ruhsat versin. Bu mantık dışıdır. En başından iman etmiş olarak yaratır sonradan uğraşmaya gerek kalmazdı. İnsanın böyle programlamasının başka bir amacı var. Ayetin mesajı budur.

İkincisi ilke; Kur’anın Allah’ın indinde ne olduğu ve insanlar için ne ifade etmesi gerektiğini belirten şu ölçütü bildiriyor, Kur’an yalnızca bir öğüttür. Yine birçok ayette olduğu gibi KALEM-52.de Hâlbuki o (Kur’an), âlemler için ancak bir öğüttür, diyor. İnsanların başka kavrayışlarına girmemesi için Ancak kelimesini kullanarak, Kur’an’ın yalnızca  öğüt statüsünde olduğunun altını çiziyor.

Geldik verilen üçüncü ve en önemli ilkeye; Kur’an diğer sıfatları ile birlikte bir öğüttür, ancak kişi talep ederse bu öğüdü alır. İstemezse ısrar edemezsin, zorlayamazsın. Bu kesin hükümdür. Yukarıda da verdiğim ABESE suresinde de geçen olayda Peygamber toplumun güçlü kimselerine umursamadıkları halde onlara Kur’an’ı anlatmaya çalışırken kendisini dinlemeye gelen bir dilenciye yüzünü ekşitmiştir. Allah peygamberin bu tutumunu eleştirmiş, ABESE-11. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür. 12- Dileyen ondan öğüt alır, diyerek ancak isteyenin Kur’andan öğüt alabileceğinin altını çizmiştir. Dolayısı ile hangi gerekçe olursa olsun Kur’an’ın, dileyen, talep eden için bir öğüt olduğu durumu değiştirilemez. Aksi bir tutumu Allah zorbalık olarak nitelendirmektedir KAF-45 Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O halde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.

Burada şu akla gelebilir, Kur’an kendini, öğütün dışında tebliğ, bilgi şifa, Allah’ın ipi, müjdeleyen, uyaran, rehber gibi çeşitli sıfatlarla bir çok tanımlamalar yapar. Ancak burada önemli bir ayrıntı vardır. O da kişinin kendi rızasıyla istemesi Kur’an’a inanması ve  kabul etmesi gerekir. Ancak o zaman Kur’an’daki emirler, hükümler kişiyi bağlayıcı olur. Ayrıca kendi isteyerek yaptığı için de dikkatli olur. Bunun daha iyi anlaşılması için bir benzetme yapayım.

Kilo sorunu olan iki kişiden birisi  sağlığını düşünerek doktora, diyetisyene gider. Doktor da ona yapması gerekenler için tavsiyeler verir diyet listesi verir. O kişide bunları uygular ve sağlığına kavuşur. Diğerinin ise sağlığını umursamıyor ya da başka bir nedenle doktora gitmiyor. Siz onu  zorlasanız da, eline listeyi verseniz de ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü kişi istemediği için savsaklayacak ya da gerekenleri tam olarak yapmayacaktır. Dolayısı ile de istenilen sonuç alınamayacaktır

Bu bağlamda şurası tartışılmaz ve nettir. Kur’an’daki bütün emirler kendisine inanıp kabul edenler için geçerli emirler statüsündedir. Kendisine tabi olmayanlar için ise sadece tekliftir öğüt statüsündedir. Bu durumda Kur’an’ın kişiye verdiği bu kabul edip etmeme hakkı, toplumun din hükümleri ile yönetilmesine kesinlikle engeldir. Çünkü kamu yasalarında kişiye kabul edip etmeme gibi bir seçenek olmaz, yani hiçbir yasada kişi inanıyorsa talep ederse sorumludur istemezse sorumlu değildir diye bir şık yoktur. Olamazda. Çünkü yasalar bağlayıcı ve zorlayıcıdır ve kendisini ihlal edenler için gerekirse amiyane tabirle zorbadır. Adaleti böyle sağlar.

Kur’an’ın bağlayıcılığı talebe bağlıdır. Onun için eğer Kur’an’daki tüm hükümleri yasalaştırırsanız, o vakit yukarıda verdiğim ayetlerdeki  hükümler de  otomatik olarak öğüt olmaktan çıkar ve zorunlu hale gelir. Bu eylem, çok önemli ilahi bir kuralın yapısını ters yüz etmektir Allah buna izin vermez. Çünkü bu, birkaçını yukarıda verdiğim gibi benzer yüzlerce ayeti inkâr etmek, yok saymak olur.

 Kabul edilip edilmeme seçeneği olan ve yalnızca isteyenleri bağlayan hiç bir hükmü, hiç bir zaman için  geneli bağlayacak şekilde yasalaştıramazsınız.

Kuran’daki bu kıstasların önemli ve son derece mantıklı bir gerekçesi  var; Toplum yönetiminde din kuralları esas alınırsa Kur’an’daki tüm hükümler seçenek olmaktan çıkar zorunlu hale gelirler dedik. Bunun sakıncası şudur. Toplumda çoğunluğa sahip  inanç grupları diğerlerine kaçınılmaz olarak  baskı, hatta şiddet bile uygular. Bu baskıdan dolayı inanmayanlar veya başka inançta olanlar istemedikleri halde mecburen inanmış gibi davranacaklardır. Bu davranışın Kur’an literatüründeki adı da Riyadır (iki yüzlülük) ve en büyük günahlardandır. İşte bu ihtimallerden dolayı Allah bu tür zorlamalarla kişinin riyakâr olmasına sebep olacak davranışlara asla kapı açmaz. Onun için din hükümlerinin kamusal yasalar olmalarına izin vermez. Şimdi hemen aklınıza şu gelebilir. Kur’an’da boşanma, miras hırsızlık cinayet gibi sosyal konularda birçok hükümler var onlara ne gözle bakacağız

Önce şunu söyleyeyim. Kur’an’daki bahsedilen sosyal hükümlerin çoğu zaten toplumda yürürlüktedir. Kur’an, yürürlükte olan örf, adet, yasa, gibi sosyal hükümlerde bir haksızlık, eşitsizlik ya da bir eksiklik varsa, bunlara ilişkin iyileştirmeye yönelik adil düzelmeler getirmiştir. Yani  Kur’an’da geçen hükümlerin çoğu zaten toplumda vardı. Yine Kur’an bazı suçlarda da, örneğin hırsızın eli kesilmesi, haksız yere adam öldürene kısas gibi hükümler getirmiştir. Ancak bu suçlar da Kur’an’dan itibaren suç olmamıştır. Bu eylemler tarih boyu tüm toplumlarda zaten suçtu ve çeşitli cezaları vardı. Kur’an’ın yaptığı ceza vermekten öte caydırıcı olması için cezayı ağırlaştırmıştır, o kadar.

Kaldı ki Kur’an’daki  sosyal hükümlerde, onların  uygulanışı ile ilgili  verilen şekillerinin neredeyse tamamı indiği toplumun sosyal durumu ve şartlarına göre düzenlenmiştir. Dolayısı ile bu uygulamalar o toplumu, o dönemi bağlar. Tüm zamanları kapsamaz. Çünkü Milyarlara ulaşan ve gelişen insan nüfusunun, suç çeşidi de aynı oranda artmıştır. Kur’an’ın bütün suçları kapsaması mümkün değildir. Zira henüz ortaya çıkmamış bir suçu hükme bağlamaz Onun içindir ki Allah, tüm yönetim şekillerinde, bireyin ve toplumun temel ihtiyaçları olan, özgürlük, barış, eşitlik ve  mutlak adalet  şartını talep eder, Kur’an’ın tüm insan ve zamanlar için geçerli olan işte bu esaslardır

 Bu Kur’an gerçeğinden dolayı, dindeki sosyal hükümlerden yola çıkarak onun asıl amacı olan kişinin gönül rızası ile dini kabul etmesi hakkına zıt ya da engel olacak değiştirmeler yapamazsınız. Onun için, Müslüman toplumlardaki yönetimler kesinlikle Kur’an’ın bu temel yapısındaki  esaslara uymaya mecburdurlar. Yani mutlaka Laik olmak zorundalar.

Eğer ısrar edip laiklik olmasın istiyorsanız, O zaman Kur’an’ı reddetmek veya terk etmek zorundasınız. Ya da hem laik olmayacağım hem de Kur’an hükümleri ile yöneteceğim diyorsanız Bu durumda da ilgili bazı kanunlara, dinde zorlama yoktur hükmüne göre inanmayanların bu yasayı reddetme veya uymama hakları vardır diye madde koymanız gerekir.

Özetlersek; Kur’an’ın toplum yönetimiyle ilgili koyduğu bu temel hükümlerinin, insanlar tarafından kavramlaştırılmış adı Laikliktir. Bu durumda şöyle bir güzellikte ortaya çıkıyor. Günümüzde, adına laiklik dediğimiz kavram, içerik olarak laiklik sisteminden daha ileri boyutta hem de bin küsur yıl önce Kur’an da vardı.

Gelecek yazıda; Bu Ayetlere rağmen nasıl oluyor da laiklik dinsizliktir, Kur’an laikliğe karşıdır gibi görüşler ortaya çıkıyor. En çok dayanak gösterilen, MAİDE- 44-45-47 ayetlerinin son cümleleri olan Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir ifadesidir. Maalesef ya kasıtlı ya da iyi anlayamadıkları için kafa karıştırıyorlar. Oysa verdiğim ayetlerle bu ayetlerin hiç bir çelişkisi yok. Bu çok açık. Yazının ikinci bölümü için buraya tıklayın…

 1,004 total views