İlk İnsanlar ve Aden Bahçesi
“İlk ana babamız, masum ve kutsal olarak yaratılmalarına rağmen yanlış yapma olanağından yoksun değildiler. Tanrı onlara özgür seçim hakkı tanımış, söz dinleyip dinlememe seçeneğini kendilerine bırakmıştı. Sonsuza dek güvenilir olmadan önce bağlılıkları sınanmalıydı. İnsan yaratıldığı zaman Şeytan’ın düşmesine yol açan ölümcül tutkunun denetlenebileceği bir sınav hazırlandı. Âdem ve Havva’nın söz dinlerliğini, imanını ve sevgisini sınamak amacıyla bahçeye bilgi ağacı yerleştirildi. Bu ağacın meyvesini tatmaları yasaklandı. Şeytanın ayartılarına maruz kalacaklardı. Ama sınavdan geçerlerse Şeytan’ın gücü kendilerine erişemeyecekti. Böylece Tanrı’nın süreğen beğenisini kazanacaklardı.” {Ellen G. White, 1GS 17.6}
“Tanrı insanı yasaya, yani tanrısal yönetim biçimine bağladı. Tanrı insanı günah işlememe gücüyle yaratabilir ya da Âdem’in meyveye dokunmasını engelleyebilirdi; ama o zaman insan robot olmaktan öteye geçemezdi. Özgür seçim olmadan zor kullanarak söz dinlerdi. Ne var ki böyle bir yaratılış Tanrı’nın zeka sahibi bir varlık yaratma tasarısına ters düşer ve Şeytan’ın, Tanrı’nın keyfi yönetimine ilişkin suçlamalarına kılıf oluştururdu.” {Ellen G. White, 1GS 18.1}
“Tanrı’nın yarattığı ilk insanın kötülük eğilimi yoktu. Ancak Tanrı insanın önüne oldukça güçlü bir seçim fırsatı koydu. İnsanın söz dinlemesi, sonsuz mutluluğunun ve yaşam ağacına erişiminin tek koşuluydu.” {Ellen G. White,1GS 18.2}
“Âdem ve Havva tanrısal yasaya bağlı kaldıkları sürece yeni bilgi hâzineleri ediniyor, mutluluğun taze kaynaklarını keşfediyor, Tanrı’nın ölçüsüz ve sarsılmaz sevgisine ilişkin daha açık kavramlar öğreniyorlardı.” {Ellen G. White, 1GS 19.1}
Âdem ve Havva’nın Düştüğü Zor Durum
“Artık gökte isyan çıkarma özgürlüğü kalmayan Şeytan, insanlığın yıkımını sağlayacak yeni bir alan bulmuştu. Kıskançlıkla harekete geçerek insanlığa günahın suçunu ve cezasını çektirmeye karar verdi. İnsanlığın Rab’be olan sevgisini güvensizliğe, övgü ezgilerini şikayete çevirecekti. Böylece, yalnızca bu masum varlıkları sefalete düşürmekle kalmayıp Tanrı’nın onuruna leke sürecek ve göğü kedere boğacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 20.1}
“Göksel haberciler, Şeytan’ın nasıl düştüğünü Âdem ve Havva’ya aktarmışlar, O’nun yıkım tasarılarına dikkat çekmişler, kötülükler hakiminin alt etmeye çalıştığı tanrısal yönetimin özünü onlara bildirmişlerdi.” {Ellen G. White, 1GS 20.2}
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7/A’RÂF-19)
Ve yüce Allah aynı uyarıyı tarih boyunca bütün nesillere tekrarlamıştır.
“«Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi?” (36/YÂSÎN-60,61)
“Tanrı’nın yasası; O’nun isteğinin açıklaması, karakterinin yansıması, tanrısal sevginin ve bilgeliğin ifadesidir. Yaratılıştaki düzen, Yaratıcının yasasına yetkin bir şekilde uyum sağlar. Evrendeki her şey değişmeyen, sabit yasalarla belirlenmiştir. Tanrı’nın ahlaksal yasası ise bütün yeryüzü sakinleri içinde yalnızca insana özgüdür. Tanrı insana kendi yasasının adaletini ve iyiliğini kavrama gücü vermiş, bu yasaya hiç şaşmadan bağlı kalmasını istemiştir.” {Ellen G. White, 1GS 20.3}
“Tıpkı gökteki melekler gibi Aden bahçesinin sakinleri de orada yalnızca koşullu olarak kalabilirlerdi. Ya söz dinleyip yaşayacaklar ya da söz dinlemeyip mahvolacaklardı. Günah işleyen melekleri esirgemeyen Tanrı, günah işleyen insanı da esirgemeyecekti. Günah insana sefalet ve yıkım getirecekti.” {Ellen G. White, 1GS 20.4}
“Melekler Âdem ve Havva’yı, Şeytan’ın düzenlerine karşı dikkatli olmaları için uyarmışlardı. Şeytan’ın ilk girişimlerini geri püskürtürlerse, güvende olacaklardı. Ancak ayartıya teslim olurlarsa, doğaları zayıf düşecek ve Şeytan’a direnecek hiçbir güçleri kalmayacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 20.5}
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7/A’RÂF-19)
“Bilgi ağacı insanın Tanrıya bağlılığını ve sevgisini sınamak için dikilmişti. Tanrı’nın isteğini bu sınavda göz ardı ederlerse, suç işlemiş olacaklardı. Bu nedenle Şeytan onları sürekli ayartılarla günaha düşürmeye çalışmak yerine yasak ağaca yaklaşmalarını sağladı.” {Ellen G. White, 1GS 20.6}
Şeytan’ın Sinsiliği
“Şeytan, kutsal İkiliyi, Tanrı’nın yasasını çiğneyerek kazanç sağlayacaklarına inandırdı. Günümüzde birçok kişi, daha büyük bir özgürlük yaşamak varken Tanrı’nın buyruklarına uyarak yaşamanın dar bir çerçeve içine tıkılmak olduğunu düşünüyor. Bu düşünce Aden bahçesindeki Şeytan’ın sesinin yankısıdır. “O ağacın meyvesini yediğinizde…” yani Tanrı’nın buyruğunu çiğnediğinizde “Tanrı gibi olacaksınız.” Şeytan kendisinin gökyüzünden atılmış olduğunu gizliyor. Başkalarını da aynı duruma düşürmek için kendi sefaletini saklıyor. Böylece gerçek karakterinin görülmesine ve tanınmasına izin vermiyor. Tanrı’nın yasasını ayakları altına alarak başkalarını da sonsuz yıkıma sürüklüyor.” {Ellen G. White, 1GS 22.1}
Şeytan’ın etkinliği Âdem’in günlerinden çağımıza kadar hiç değişmemiştir. İnsanları hep Tanrı’nın sevgisini ve bilgeliğini sorgulamaya yöneltmiştir. Tanrı’nın yasakladığı şeyleri aramaya çıkan insanlar, kurtuluşa götüren gerçekleri göz ardı etmişlerdir. Şeytan insanları, harika bilgilere kavuşacaklarına dair ikna ederek söz dinlemezliğe sürükler. Bunların hepsi aldatmacadır. İnsanlar bu hileler aracılığıyla yıkım ve ölüm yolunda ilerlemeye devam ediyorlar.
“Havva Tanrı’nın sözlerine inanmadı ve bu onun yenilgisi oldu. Yargı gününde insanlar bir yalana inandıkları için değil, gerçeğe inanmadıkları için mahkûm olacaklar. Yüreklerimizi gerçeğe bağlamalıyız. Tanrı’nın Sözüyle çelişen herhangi bir şey Şeytan’dan kaynaklanmaktadır.” {Ellen G. White, 1GS 22.2}
Evet, insanlar gerçeğe inanmadıkları için mahkûm olacaklar. Gerçeğe inanmak, o gerçeklerle yaşamak demektir. Çünkü Allah’ın gerçeklerini bilen ama o gerçekleri yaşama geçirmeyenler kâfirdir. Kâfir kelimesi Arapça bir kelime olup kök anlamı itibariyle; örtmek, gizlemek anlamına gelir. Kâfir demek, imanı örten, iyilikbilmez, nankör olan demektir. Buradan hareketle Kâfir; Allah’ı ve emirlerini bilmeyen değil, tam tersine “Allah vardır” deyip yokmuş gibi yaşayanları, emirlerini yerine getirmeyenleri anlatır.
Kur’anı Kerimdeki bu ayet söz konusu ‘kâfir’ kelimesinin anlamını kavramak için iyi bir örnektir:
“Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.” (Bakara Suresi 34. Ayet, Diyanet İşleri Meali)
Bu ayette söz konusu olan durum yüce Allah’ın meleklere verdiği emirdir. İblis hariç bütün melekler yüce Allah’ın isteğini yerine getirmişler. İblisi kâfirlerden yapan durum, yüce Allah’ı bilmemek değil, O’nun emrini uymaktan kaçınmasıdır. Şimdi ‘kâfir’ kelimesinin tam Türkçe karşılığını bulmak için aynı ayeti başka tercümanlardan okuyalım:
Edip Yüksel Meali: “Meleklere, “Adem’e secde edin,” dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler, o ise diretti, büyüklük tasladı ve nankörlük etti.”
Süleyman Ateş Meali: “Meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi, nankörlerden oldu.”
Yaşar Nuri Öztürk Meali: “O vakit biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu.”
Kelimenin kök anlamını göz önüne alacak olursak, “var” dediği Allah’ı görmezlikten gelerek, O’nun emirlerini yerine getirmeyen ya da yok sayarak yaşayan kimse anlamına gelir. Nitekim bütün kötülüklerin babası olan Şeytan’da, yüce Allah’ın varlığını kabul eden ama O’nun emirlerini karşı gelen ve böylece “Şeytan” olan varlıktır. Kur’an-ı Kerimin hiçbir yerinde Allah’ın varlığı-yokluğu problem edilmez. Problem edilen şey, Allah’ı görmezlikten gelerek, yani O’na karşı bir sorumluluk duygusu taşımadan ve O’nun yasalarına aldırmadan yaşamaktır. Dolayısıyla “Kâfir” denildiğinde Allah’ın varlığını kabul eden ama sanki O’nun üzerimizde hiç iyiliği yokmuş gibi O’nun emir ve yasaklarını yok sayarak yaşayan, nankör olan kimse anlaşılmaktadır. Kur’an da kâfir kelimesiyle kastedilen budur.
“Şeytan amacına ulaşmıştı. Kadının Tanrı’nın sevgisinden kuşkulanmasını, bilgeliğini sorgulamasını ve yasasını çiğnemesini sağlamayı başarmıştı. Üstelik kadın aracılığıyla Âdem’in de sonunu getirmişti.” {Ellen G. White, 1GS 23.4}
Âdem ile Havva güzel yuvalarına üzüntüyle veda ettiler ve lanetin altına giren yeryüzünde yaşamaya başladılar. Günah Tanrıyla insanı birbirinden ayırdı. Yalnızca Tanrı’nın Sözü aracılığıyla bu uçurum kapanabilir ve Tanrı’nın Sözü insana ulaşmıştı.
“Ne var ki, birçokları tövbe edip söz dinleyerek yaşamak yerine günaha bağlı kalmayı seçecekti. Gelecek kuşaklarda suç oranının giderek yükseldiği görülecekti. Günahın laneti insanlık ve yeryüzü üzerinde giderek daha ağır basacaktı. İnsanın ömrü izlediği günahlı yol nedeniyle kısalacaktı. İnsan bedensel, ahlaksal ve düşünsel yönlerden bozulacak, yeryüzü sefaletle dolacaktı. Hırslı tutkular ve arzular nedeniyle insanlar kurtuluş tasarısının yüce gerçeklerini takdir edemez hala geleceklerdi. Sadece Mesih, kendisine imanla yaklaşanların tüm gereksinimlerini karşılayacaktı. Tanrı bilgisini koruyarak sarsılmadan duran bir azınlık her zaman var olacaktı.” {Ellen G. White, 1GS 29.5}
“Başlangıçtan beri en büyük anlaşmazlık konusu Tanrı’nın buyruğuydu. Şeytan Tanrı’nın adaletsiz, buyruğunun da kusurlu olduğunu öne sürüyordu. Tüm evrenin iyiliği için bunun değişmesi gerekliydi. Tanrı’nın buyruğuna saldıran Şeytan, buyruğu veren Tanrı’nın yetkisini ortadan kaldırmak istedi.” {Ellen G. White, 1GS 30.2}
Günah, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan işler, söz ve davranışlardır. “Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir.” (1 Yuhanna 3:4). Günümüzde “Allah’a inanmak” denildiği zaman genellikle Allah’ın “var” ve “bir” olduğunu ve her şeyi yarattığını kabul etmek manasında anlaşılıyor. Oysa var ve bir olduğunu kabul ettiğiniz yüce Allah’ın kanunlarını çiğneyip keyfî bir yaşam sürdükten sonra Allah’ı bu şekilde kabul etmiş olmanın bir anlamı yoktur. Şeytanda yüce Allah’ın var ve bir olduğunu bilir ama O’nun emirlerini yerine getirmeyerek nankör/kâfir oldu.
Yüce Allah insanları kendisine çağırırken Kendisinin “var” ve “bir” olduğunu kabul etmeye ve O’nun yasalarına boyun eğmeye ve O’na karşı gelmekten sakınmaya çağırıyor. “Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize boyun eğin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olasınız” (2/BAKARA-21). Eğer Allah’ın kanunları bizim yaşamımızı şekillendirmeyecekse, Onun “var” ve “bir” olduğunu söylemenin ne anlamı olacak? Allah’ın gönderdiği bilgiler bir kimsenin hayatında davranışa dönüşmüyorsa o kimse Allah’ı Rab olarak görmüyor ve O’nun terbiyesi dışında yaşıyor demektir.
Kur’an’da gazaba uğrayanlar ve lanetliler bağlamında anlatılan İsrailoğulları da normalde Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden, ahirete, peygamberlere, Allah’ın kitabına inandığını söyleyen kimselerdir. Ancak bunlar Allah’ın hükümlerine boyun eğme noktasında dürüst davranmadıkları için lanete ve gazaba uğramışlardır. Ellerinde, içinde Allah’ın hükümleri olan Kutsal Kitabın ilk bölümü olan Eski Antlaşma olduğu halde, ondan sonra gelen İsa Mesih’i reddederek Allah’ın emirlerine karşı gelmiş ve O’nun gazabına uğramışlardır. Allah bizleri gönderdiği kurallarla terbiye etmek istiyor. Bunun için kurallarına boyun eğmemizi emrediyor. Allah’ın yasaları sevilmek için değil, uyulmak içindir.
Şeytan Âdem ve Havva’yı Tanrı’nın sevgisinden kuşkulanmasını, bilgeliğini sorgulamasını ve yasasını çiğnemesini sağlamayı başarmıştı. İlk insanlar Allah’ın yasasını çiğneyip Şeytan’ın sözüne uymuşlardı.
“Şeytan, Âdem ve Havva’yı alt ettiği zaman dünyanın hakimiyetini ele geçirdiğini sandı. Bağışlanmalarının mümkün olmadığını, günahlı insanlığın artık kendisinin kölesi olduğunu, yeryüzünün de kendi eline geçtiğini öne sürdü. Ancak Tanrı, günahların cezasını çekmek üzere kendi Oğlunu feda etti. Böylece insanlıkla barışmayı ve onları Aden’deki yuvalarına yeniden kavuşturmayı amaçlıyordu. Gökte başlayan büyük mücadele, Şeytan’ın kendisine ait gördüğü yeryüzünde devam edecekti.” {Ellen G. White, 1GS 30.3}
Gökte başlayan büyük mücadele, Şeytan’ın kendisine ait gördüğü yeryüzünde devam etmektedir. En baştan olduğu gibi tüm kötülüklerin arkasında Şeytan vardır. İnsanlar yüce yaratanımızın sevgiye dayalı yasalarına bağlı kalmayıp Şeytanın yalanlarına ve kışkırtmalarına uyarak günah işlemektedirler. Tarih boyunca küçük bir azınlık Yüce Allah’ın yolunu seçerek doğru yolda yürümüşlerdir. Büyük çoğunluk ise kötülüğün babası olan Şeytanın yalanlarına uyup kendi yıkımlarını hazırlarlar.
Yüce Allah hiç kimseye günah işletmez. İnsan, yüce Allah’ın gösterdiği yoldan saparak Şeytana uyup kendi isteği ile günah işlemektedir. Yüce Allah, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelden biliyordu. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Yüce Allah, ezeli bilgisiyle, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların sevap veya günah işlemesine tesir etmez. Allah’ın da ezeli bilgi ile kulların günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevap işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.
Sevap ve günah işlemek, insanların iradesine yani kendi isteğine bağlı kılınmıştır. Yüce Allah, kimseye kendi isteği haricinde zorla günah işletmez. Zorla günah işletse, hesap gününde, “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
Bu yazı dizimizin 6. ve son bölümü için lütfen buraya tıklayın.
2,454 total views